Türkiye’de Yolsuzluk ve Rüşvet: Devletin İçindeki Karanlık Ağlar ve Hesap Verebilirlik Krizi

Türkiye’de Yolsuzluk ve Rüşvet: Devletin İçindeki Karanlık Ağlar ve Hesap Verebilirlik Krizi
REKLAM ALANI
22
A+
A-

Giriş: Yolsuzluğun Gölgesindeki Türkiye

 

Türkiye’de yolsuzluk ve rüşvet iddiaları, kamuoyunun güvenini ve yönetişim kalitesini derinden etkileyen, süreklilik arz eden önemli bir sorun alanı olarak öne çıkmaktadır. Bu durum, ülkenin uluslararası alandaki algısını da olumsuz yönde etkilemekte, şeffaflık ve hesap verebilirlik konularında ciddi endişeler yaratmaktadır. Bu rapor, Türkiye’deki yolsuzluk olgusunun tarihsel bağlamını, mevcut durumunu ve sistemik zorluklarını kapsamlı bir şekilde incelemeyi amaçlamaktadır.

ARA REKLAM ALANI

Türkiye’nin küresel yolsuzluk algı endekslerindeki konumu, sorunun ciddiyetini açıkça ortaya koymaktadır. 1995 yılında 29. sırada yer alan Türkiye, 2021 yılına gelindiğinde dramatik bir düşüşle 115. sıraya gerilemiştir. Bu düşüş eğilimi sonraki yıllarda da devam etmiş; 2023 Yolsuzluk Algı Endeksi’nde (YAE) 34 puanla 115. sırada yer alınmış, bu da 2022 yılına kıyasla 2 puanlık bir kayıp ve 14 sıralık bir gerileme anlamına gelmiştir. 2024 endeksinde ise sıralamada 107. sıraya hafif bir yükseliş görülse de, puan 34’te sabit kalmıştır. Bu istikrarlı düşük puan, Türkiye’nin yolsuzlukla mücadeledeki algısının uzun vadede iyileşmediğini göstermektedir.

Bu veriler, 2013’ten bu yana 16 puanlık ve 2014’ten bu yana 11 puanlık önemli bir kayba işaret ederek, yolsuzluk algısındaki endişe verici uzun vadeli düşüş trendini vurgulamaktadır. YAE’nin metodolojisi, uzmanların, sivil toplum örgütlerinin ve iş dünyası temsilcilerinin kamu sektöründeki yolsuzluğa dair algılarını yansıtmasıyla bu bulgulara güvenilirlik katmaktadır. Bu genel tablo, münferit olaylardan ziyade sistemik bir soruna işaret etmektedir.

ürkiye’nin Yolsuzluk Algı Endeksi’ndeki bu sürekli ve kayda değer düşüşü, kamu kurumlarına duyulan güvenin ve genel yönetişim kalitesinin giderek azaldığını göstermektedir. Bu durum, yolsuzluğu önlemek ve cezalandırmak için tasarlanmış mekanizmaların yetersiz veya işlevsiz algılandığına işaret etmektedir. Güvenin bu şekilde aşınması, vatandaş katılımının azalmasına, yabancı yatırımların düşmesine ve hukukun üstünlüğünde genel bir gerilemeye yol açabilmekte, ülkenin demokratik sağlığını ve ekonomik istikrarını olumsuz etkilemektedir.

Diğer yandan, bazı kaynaklar “ekonomik reformlar ve Türkiye’nin FATF gri listesinden çıkarılmasının” 2024 YAE’de daha fazla puan kaybını önlediğini belirtse de , puanın artmaması dikkat çekicidir. Bu durum, kritik bir kopukluğa işaret etmektedir. Ekonomik reformlar, belirli finansal şeffaflık yönlerini iyileştirebilirken, yolsuzlukla mücadeledeki temel algılanan iyileşmeye dönüşmemektedir. Bu, yolsuzluğu mümkün kılan temel yapısal sorunların (örneğin, bağımsız yolsuzlukla mücadele kurumlarının eksikliği, denetim mekanizmalarındaki zayıflıklar) ele alınmadığını göstermektedir. Bu tür yüzeysel veya sektöre özgü reformlar, köklü sistemik yolsuzlukla mücadelede yetersiz kalmaktadır.

Tablo 1: Türkiye’nin Yolsuzluk Algı Endeksi Performansı (2013-2024)

 

YılCPI Puanı (0-100)Küresel Sıralama (180 ülke arasında)Bölgesel Sıralama (Doğu Avrupa ve Orta Asya)AB Üyelik Süreci Ülkeleri Arasındaki Konumu
201350 (Tahmini)53. (Tahmini)LiderYüksek
20144564.7.Yüksek
2018N/A115. (Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Sonrası Kayıp)  

N/AN/A
20204086.N/AN/A
20213896.7. (12 puan düşüşle)  

N/A
202236101. (Tahmini)N/AN/A
202334115.  

35 puan ortalamasının altında  

En düşüklerden biri  

202434107.  

N/AEn düşüklerden biri  

Not: Bazı yıllar için sıralama ve puan bilgileri doğrudan mevcut kaynaklarda bulunmadığından, trend analizleri ve diğer yıllara ait verilerle çıkarım yapılmıştır. Özellikle 2013 ve 2022 sıralamaları, belirtilen puan kayıpları ve diğer yıllara göre tahmini olarak yerleştirilmiştir.

 

Tarihsel Bir Bakış: Türkiye’nin Büyük Yolsuzluk Skandalları

 

Türkiye’nin siyasi ve toplumsal tarihinde önemli izler bırakan büyük yolsuzluk ve rüşvet skandalları, ülkedeki yolsuzluk olgusunun sadece güncel bir sorun olmadığını, aynı zamanda köklü bir geçmişi olduğunu göstermektedir. Bu vakalar, yolsuzluğun farklı dönemlerde nasıl tezahür ettiğini, siyasi güçle nasıl iç içe geçtiğini ve hesap verebilirlik mekanizmalarının nasıl sınandığını ortaya koymaktadır.

 

17-25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu: İddialar, Siyasi ve Toplumsal Yankıları

 

17-25 Aralık 2013 tarihlerinde gerçekleşen yolsuzluk ve rüşvet operasyonları, Türkiye siyasetinde derin yankılar uyandırmış ve kamuoyunda geniş tartışmalara yol açmıştır. Bu operasyonlar, rüşvet, yolsuzluk, kara para aklama, ihaleye fesat karıştırma ve evrakta sahtecilik gibi ciddi suçlamaları içermekteydi. Operasyonlar, kısa süre içinde Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ile Gülen Hareketi arasındaki bir çatışmanın parçası olarak yorumlanmıştır.

Operasyonların ardından devlet içinde hızlı ve kapsamlı idari müdahaleler yaşanmıştır. Soruşturmaları yürüten beş şube müdürü ve savcılar görevden alınmış, yaklaşık 6.000 emniyet mensubunun görev yeri değiştirilmiş ve HSYK’nın (Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu) yapısında önemli değişikliklere gidilmiştir. Resmi anlatıda, operasyonları gerçekleştirenlerin “FETÖ mensubu polisler” olduğu ve bunların “kara propaganda” amacıyla yasa dışı elde edilen ses kayıtları, montajlanmış tapeler ve gerçeği yansıtmayan sahte delillerle operasyonu hukuki bir kılıfa sokmaya çalıştıkları iddia edilmiştir.

Ancak bu resmi karşı anlatıya rağmen, kamuoyunun ve siyasi aktörlerin tepkileri, yolsuzluk iddialarına güçlü bir inancı yansıtmıştır. Örneğin, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli, odasına “17:25″i gösteren bir saat koyarak hesap sorulacağı vaadinden geri adım atılmayacağını sembolik olarak ifade etmiştir. Kamuoyu algısında ise “17-25 Aralık” doğrudan “hırsızlık” kelimesiyle ilişkilendirilmiştir. Bu olay, adli (yolsuzluk iddiaları) ve siyasi (aktörlerin kimliği ve motivasyonları) olmak üzere iki boyutuyla ele alınmıştır. Ayrıca, bazı bürokratların kurum hiyerarşisi yerine kendi öncelikleri doğrultusunda hareket ettiği endişeleri dile getirilmiş ve bu durum, devlet aygıtı içinde “yeni bir vesayet” girişimi olarak değerlendirilmiştir.

17-25 Aralık operasyonlarının hemen ardından savcıların ve emniyet müdürlerinin görevden alınması, binlerce polisin yerinin değiştirilmesi ve HSYK yapısındaki köklü değişiklikler, yürütme organının yargı ve emniyet üzerindeki hızlı ve kapsamlı müdahalesini ortaya koymaktadır. Operasyonların “Gülen Hareketi çatışması” veya “yargısal darbe girişimi” olarak çerçevelenmesi, devletin yolsuzluk iddialarını şeffaf bir şekilde ele almak yerine, anlatıyı ve soruşturma sürecini kontrol etmeye öncelik verdiğini düşündürmektedir. Bu durum, yolsuzlukla mücadele çabalarının siyasileştiğini ve soruşturmaların tarafsız hukuki süreçler yerine siyasi güç mücadelelerinin bir aracı olarak algılandığını göstermektedir. Bunun daha geniş bir sonucu, yargı bağımsızlığı ve hesap verebilirlik mekanizmalarının önemli ölçüde zayıflamasıdır; zira devlet, üst düzey yetkilileri hedef alan soruşturmaları etkisiz hale getirme kapasitesini sergilemiş, böylece yolsuzluğun hukuki sonuçlardan daha az korkularak gelişebileceği bir ortam yaratmıştır.

Resmi makamların operasyonları “yargısal darbe” veya “kara propaganda” olarak itibarsızlaştırma çabalarına rağmen , MHP liderinin sembolik saati ve kamuoyunun “17-25 Aralık”ı doğrudan “hırsızlık” ile ilişkilendirmesi gibi göstergeler, yolsuzluk iddialarına güçlü bir kamuoyu inancının varlığını ortaya koymaktadır. Resmi anlatı ile kamuoyu algısı arasındaki bu farklılık, hesap verebilirlik ve şeffaflık konusunda hükümet ile vatandaşlar arasında derin bir güven açığı bulunduğunu düşündürmektedir. Bu durumun uzun vadeli sonucu, resmi kanallar yolsuzluk iddialarını reddetse veya bastırsa bile, kamuoyu hissiyatının devam edebilmesi ve potansiyel olarak uzun süreli siyasi hoşnutsuzluğa ve devlet kurumlarına karşı sinizme yol açabilmesidir.

Geçmişten Günümüze Önemli Vakalar: İSKİ, Kayıp Trilyon ve Türkbank Skandalı

 

Türkiye’nin yakın tarihinde yankı uyandıran diğer büyük yolsuzluk skandalları, yolsuzluğun farklı biçimlerini ve siyasi sonuçlarını gözler önüne sermektedir:

  • İSKİ Yolsuzluk Skandalı (1990’ların başı): Bu skandal, İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) Genel Müdürü Ergun Göknel’in, kurduğu paravan şirketler aracılığıyla İSKİ ihalelerinde büyük yolsuzluklar yapmasıyla ortaya çıkmıştır. Skandal, Göknel’in eşiyle yaşadığı kişisel bir anlaşmazlık sonucu eşinin yasa dışı faaliyetleri ifşa etmesiyle gün yüzüne çıkmıştır. Göknel görevden alınmış ve hapse girmiştir. Bu olay, dönemin Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ve sosyal demokratların imajına ağır bir darbe vurmuş, 1994 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Refah Partisi’ne (Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde) geçmesinde önemli rol oynamıştır. Bu vaka, kişisel ifşaların nasıl kamuoyu hesap verebilirliğini tetikleyebileceğini ve büyük siyasi değişimlere yol açabileceğini canlı bir şekilde göstermektedir.

 

Kayıp Trilyon Davası (1998): Bu dava, 28 Şubat süreci ve Refah Partisi’nin 1998’de kapatılmasının ardından ortaya çıkmıştır. Davanın özü, partinin devlete 896 milyar Türk Lirası (yaklaşık 1 trilyon) hazine yardımını iade etmemesi üzerine odaklanmıştır. Müfettişler, paranın sahte belgeler kullanılarak harcanmış gibi gösterildiğini iddia etmiştir. Dava sonucunda, Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan 2 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılmış, diğer 68 parti yöneticisi ise 1 yıl ile 1 yıl 2 ay arasında değişen hapis cezaları almıştır. Ancak bazı parti yöneticileri, davanın 28 Şubat döneminin siyasi atmosferi nedeniyle adil sonuçlanmadığını savunmuştur. Bu dava, siyasi partiler içindeki mali denetim ve hesap verebilirlik zorluklarını vurgulamaktadır.

Türkbank Skandalı (1998): Türk Ticaret Bankası’nın (Türkbank) özelleştirme süreci sırasında ortaya çıkan bu siyasi skandal, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’ın kabinesinin düşmesine neden olmuştur. Skandal, Türkbank ihalesine en yüksek teklifi veren işadamı Korkmaz Yiğit’in, diğer isteklileri tehdit ettiği iddia edilen mafya lideri Alaattin Çakıcı ile bağlantıları olduğu iddialarını içermiştir. Başbakan Mesut Yılmaz ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Güneş Taner’in de skandala karıştığı, Yiğit’in iddialarına göre bu kişilerin kendisini teşvik ettiği ve kamu bankalarından kredi teklif ettikleri ortaya çıkmıştır. Korkmaz Yiğit tutuklanıp hapse girmiş ve tüm mal varlığını kaybetmişken, Yılmaz ve Taner 2006’da Anayasa Mahkemesi tarafından ihaleye fesat karıştırmaktan suçlu bulunmuş, ancak cezaları ertelenmiştir. Bu vaka, siyasi güç, iş dünyası çıkarları ve organize suç arasındaki tehlikeli ilişkiyi gözler önüne sermekte ve üst düzey yetkililer için hukuki sonuçların etkinliği hakkında ciddi sorular ortaya çıkarmaktadır.

İSKİ, Kayıp Trilyon ve Türkbank skandallarının incelenmesi , üst düzey yolsuzluk iddialarının siyasi sonuçlara yol açtığı tutarlı bir örüntüyü ortaya koymaktadır. Bu sonuçlar arasında hükümet değişiklikleri (İSKİ’nin SHP’nin İstanbul’u kaybetmesine yol açması, Türkbank’ın Yılmaz kabinesinin düşmesine neden olması) ve önde gelen figürlere karşı yasal işlemler bulunmaktadır. Bu durum, yolsuzluğun münferit bir olay olmadığını, siyasi manzarayla derinden iç içe geçmiş, tekrarlayan bir sorun olduğunu düşündürmektedir. Bu, periyodik kamuoyu tepkilerine ve siyasi değişimlere rağmen, yolsuzluğu mümkün kılan sistemik kırılganlıkların farklı siyasi dönemlerde de devam ettiğini, daha derin, çözülmemiş yapısal bir yönetişim sorununa işaret ettiğini göstermektedir.

Ergun Göknel (İSKİ) ve Necmettin Erbakan (Kayıp Trilyon) gibi isimler hapis cezası alırken, Türkbank skandalında Mesut Yılmaz ve Güneş Taner’in suçlu bulunmalarına rağmen cezalarının ertelenmesi , adalet uygulamasında bir eşitsizlik olduğunu düşündürmektedir. Bazı üst düzey kişilerin önemli cezalarla karşılaşırken, diğerlerinin daha hafif veya ertelenmiş sonuçlar alması, hesap verebilirlik mekanizmalarının etkinliği hakkında sorular doğurmaktadır, özellikle de güçlü siyasi figürlerin dahil olduğu durumlarda. Bu durum, siyasi etkinin zaman zaman yolsuzluğun tam hukuki sonuçlarını hafifletebileceğini, adaletin tarafsızlığına olan kamu güvenini zedeleyebileceğini ve bir cezasızlık hissini sürdürebileceğini göstermektedir

Tablo 2: Türkiye’deki Önemli Yolsuzluk ve Rüşvet Skandalları (Özet)

 

Skandal AdıYaklaşık Dönemİlgili Temel Figürler/KurumlarSuçlamaların NiteliğiTemel Sonuç/Etki
İSKİ Yolsuzluk Skandalı1990’ların başıErgun Göknel (İSKİ Genel Müdürü), İstanbul Büyükşehir Belediyesiİhaleye fesat karıştırma, rüşvet, yolsuzluk

Göknel tutuklandı ve hapse girdi. SHP’nin imajı zedelendi, İstanbul Belediyesi Refah Partisi’ne geçti.

Kayıp Trilyon Davası1998Refah Partisi, Necmettin Erbakan ve 68 parti yöneticisiHazine yardımının usulsüz kullanımı, sahte belge düzenleme

Erbakan ve diğer yöneticiler hapis cezası aldı. Partinin kapatılmasının ardından dava açıldı.

Türkbank Skandalı1998Mesut Yılmaz (Başbakan), Güneş Taner (Devlet Bakanı), Korkmaz Yiğit (İşadamı), Alaattin Çakıcı (Mafya Lideri)İhaleye fesat karıştırma, organize suç bağlantıları, nüfuz ticareti

Yılmaz hükümeti düştü. Yılmaz ve Taner suçlu bulundu ancak cezaları ertelendi.

17-25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu2013Dönemin hükümet üyeleri, bürokratlar, işadamlarıRüşvet, yolsuzluk, kara para aklama, ihaleye fesat karıştırma, evrakta sahtecilik

Soruşturmayı yürütenler görevden alındı, emniyet ve yargı yapısında değişiklikler yapıldı. Siyasi kutuplaşma arttı.

Bankerler Krizi1980’lerBankacılık sektörü, finansal kurumlarUsulsüz bankacılık işlemleri, mevduatların kötüye kullanılması

Çok sayıda bankanın iflası, binlerce kişinin mağduriyeti, finansal piyasalarda güven kaybı.
AferistlerN/AN/AN/ATürkiye’de yolsuzluk kategorisinde listelenen genel bir terim.

Türkiye’nin Yolsuzluk Karnesi: Uluslararası Endekslerdeki Düşüş

 

Türkiye’nin uluslararası yolsuzluk algı endekslerindeki performansı, ülkenin şeffaflık ve hesap verebilirlik konularında karşılaştığı zorlukların somut bir göstergesidir. Bu endeksler, küresel ve bölgesel karşılaştırmalar yaparak Türkiye’nin konumunu daha net bir şekilde ortaya koymaktadır.

 

Transparency International Yolsuzluk Algı Endeksi’ndeki Konumu ve Yıllara Göre Puan Kaybı

 

Transparency International’ın (Uluslararası Şeffaflık Örgütü) Yolsuzluk Algı Endeksi’nde (YAE) Türkiye’nin konumu, uzun vadede endişe verici bir düşüş eğilimi sergilemektedir. 2023 YAE’de Türkiye, 34 puanla 115. sırada yer alarak, 2022’ye kıyasla 2 puanlık bir kayıp ve 14 sıralık bir gerileme yaşamıştır. 2024 endeksinde ise puanı değişmeyerek 34’te kalmış, ancak sıralamada 107. sıraya yükselmiştir.

Bu düşük puandaki durgunluk, tarihsel bağlam göz önüne alındığında özellikle alarm vericidir: Türkiye, 2013’ten bu yana 16 puan ve 2014’ten bu yana 11 puan kaybetmiştir. Tarihsel olarak, Türkiye’nin 1995’teki 29. sıradan 2021’de 115. sıraya düşmesi , yolsuzlukla mücadeledeki algılanan çabaların dramatik ve sürekli bir bozulmasını gözler önüne sermektedir. Endeksin metodolojisi, veri kaynaklarının seçimi, puanların standartlaştırılması, ortalamanın hesaplanması ve belirsizlik ölçümünün raporlanması gibi aşamalardan oluşmakta olup, uzman ve iş dünyası algılarına dayanarak sağlam ve güvenilir sonuçlar elde etmeyi amaçlamaktadır.

Bölgesel ve Küresel Karşılaştırmalar

 

Küresel olarak, 100 üzerinden 50 puanın altında kalan ülkelerin üçte ikisinden fazlası ciddi yolsuzluk sorunlarına işaret etmektedir. Dünya nüfusunun %80’inden fazlası ise 2023 yılındaki küresel ortalama olan 43 puanın altında olan ülkelerde yaşamaktadır. Türkiye’nin 34 puanı, bu küresel ortalamanın önemli ölçüde altındadır.

Bölgesel olarak bakıldığında, Türkiye, 2014’ten bu yana puanlarında önemli düşüşler yaşayan 12 ülke arasında yer almaktadır. 34 puanlık skoru, Doğu Avrupa ve Orta Asya bölgesinin 35 puanlık ortalamasının da altındadır. Dahası, Türkiye, 2023 endeksinde bu bölgede düşüş yaşayan üç ülkeden biridir (Bosna Hersek (35) ve Türkmenistan (18) ile birlikte).

Türkiye, Avrupa Birliği (AB) üyelik sürecindeki ülkeler arasında en düşük puanlardan birine sahiptir. Buna karşılık, Danimarka (2024’te 90 puanla sürekli zirvede), Finlandiya (87), Yeni Zelanda (85), Norveç (84), Singapur (83), İsveç (82), İsviçre (82), Hollanda (79), Almanya (78), Lüksemburg (78) ve İrlanda (77) gibi ülkeler, yolsuzlukla mücadeledeki küresel liderler arasında yer almaktadır. Bu karşılaştırmalar, Türkiye’nin yolsuzluk sorunundaki ciddiyetini hem kendi bölgesindeki hem de küresel liderlere kıyasla açıkça ortaya koymaktadır.

Türkiye’nin YAE puanının sadece düşük olmakla kalmayıp, on yıldır sürekli düşüş göstermesi ve hem küresel hem de bölgesel ortalamaların altında kalması, ülkedeki yolsuzluğun münferit olaylar toplamı değil, sistemik bir sorun olduğunu güçlü bir şekilde düşündürmektedir. Bu durum, yönetişim yapılarında, hukukun üstünlüğünde ve kurumsal bütünlükte temel eksikliklerin bulunduğunu göstermektedir. Bu, geçici önlemlerin veya bireysel vakalara odaklanmanın yetersiz kalacağı anlamına gelmektedir; anlamlı bir iyileşme için yolsuzlukla mücadele mekanizmalarında kapsamlı, yapısal bir revizyon ve demokratik ilkelere bağlılık gerekmektedir.

“Ekonomik reformlar ve Türkiye’nin FATF gri listesinden çıkarılmasının” puan kaybını önleyici faktörler olarak gösterilmesine rağmen , puanın artmaması dikkat çekicidir. Aynı zamanda, bağımsız bir yolsuzlukla mücadele kurumunun bulunmaması ve denetim mekanizmalarındaki zayıflamaların puan durgunluğuna katkıda bulunduğu açıkça belirtilmektedir. Bu durum, bir “reform paradoksu” yaratmaktadır: ekonomik ve finansal reformlar belirli semptomları giderebilirken, sağlam, bağımsız denetim organları ve güçlü bir hukukun üstünlüğü olmadan yolsuzluğun temel sorunu etkili bir şekilde ele alınamamaktadır. Bu, dış baskıların (FATF gibi) belirli, sınırlı değişiklikleri tetikleyebileceği, ancak gerçekten bağımsız ve güçlü yolsuzlukla mücadele kurumları kurma yönündeki iç siyasi iradenin eksik olduğu ve yolsuzluğun devam etmesine izin verildiği anlamına gelmektedir.

Bürokrasi ve Yolsuzluk: Mekanizmalar ve Risk Alanları

 

Kamu yönetimindeki yolsuzluk, devletin işleyişini, kamu hizmetlerinin kalitesini ve vatandaşların devlete olan güvenini derinden sarsan yapısal bir sorundur. Bürokrasinin işleyiş biçimi, yolsuzluğa zemin hazırlayan koşulları ve risk alanlarını barındırabilmektedir.

 

Kamu Yönetiminde Yolsuzluğa Zemin Hazırlayan Koşullar ve Sistemik Sorunlar

 

Yolsuzluk, temel olarak kamu görevlilerinin kamusal yetkilerini kişisel çıkar veya özel amaçlar doğrultusunda, yasal düzenlemelere aykırı olarak kullanması şeklinde tanımlanmaktadır. Bu tanım, bürokratlara verilen yetkinin kötüye kullanım potansiyelini doğrudan işaret etmektedir.

Yolsuzluğa katkıda bulunan faktörler arasında tekel gücünün varlığı (özelleştirme gibi önlemlerle azaltılabilir), takdir yetkisini kullananların etik standartlarının yetersizliği (etik eğitim ve kodlar gerekliliği) ve karar vericilerin hesap verebilirlik eksikliği (şeffaflık ve ihbarcı koruması gerekliliği) bulunmaktadır. Sayıştay gibi kilit denetim kurumları, denetimlerinin yolsuzluk ve sahteciliği önemli ölçüde azaltabileceğini kabul etmektedir. Sayıştay kurumları, denetledikleri birimlerde yolsuzluğu ortadan kaldırmaya yönelik resmi politikalar ve stratejiler geliştirmelidir. Sayıştay raporlarında tespit edilen somut usulsüzlük örnekleri arasında, yaş sınırına rağmen akrabasını zabıta atama, konser için ödeme yapıp konseri gerçekleştirmeme veya 765 kişilik gezi için 15.000 kişilik ödeme yapma gibi mali yönetim hataları yer almaktadır.

Tespit edilen önemli bir sistemik sorun, mevcut yasalar ile bunların fiili uygulaması arasındaki önemli uçurumdur; bu durum, yolsuzlukla etkili mücadelenin önündeki temel engellerden biri olarak işlev görmektedir. Ayrıca, Türkiye’de “kompakt” veya tek, kapsamlı bir yolsuzlukla mücadele mevzuatı bulunmamakta, ilgili hükümler Sermaye Piyasası Kanunu, Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, Kamu İhale Kanunu, Bankacılık Kanunu, Kabahatler Kanunu ve Vergi Usul Kanunu gibi çeşitli yasalara dağılmış durumdadır. Belediyeler, sektörel deneyimler ve çeşitli raporlarla desteklenen bir bulgu olarak, yolsuzluk riskine en açık kurumlardan biri olarak özel olarak belirtilmiştir.

Yolsuzluğun “kamusal yetkinin” “kişisel çıkar” için kötüye kullanılması olarak tanımlanması , bürokratik takdir yetkisini doğrudan ilgilendirmektedir. Takdir yetkisi, verimli yönetişim için gerekli olsa da, Sayıştay raporlarındaki kayırmacılık ve fahiş ödemeler gibi usulsüzlük örnekleri , bu yetkinin sistematik olarak nasıl kötüye kullanılabileceğini göstermektedir. “Yeni vesayet” endişesi ise bürokratik gücün, kurumsal bütünlüğü zedeleyerek, hizipsel veya kişisel gündemler için nasıl kullanılabileceğini düşündürmektedir. Bu durum, etkili yönetişim için tasarlanmış araçların (takdir yetkisi gibi) sağlam denetim ve etik çerçevelerin yokluğunda nasıl kırılganlıklara dönüştüğünü, münferit olaylardan ziyade yaygın, sistemik yolsuzluğa yol açtığını göstermektedir.

Bürokratların Rolü ve Hesap Verebilirlik Mekanizmalarındaki Zafiyetler

 

17-25 Aralık operasyonları, bazı bürokratların kurumsal hiyerarşiye uymak yerine kendi gündemleri doğrultusunda hareket ettikleri endişelerini gün yüzüne çıkarmış, devlet aygıtı içinde “yeni bir vesayet” girişimi tartışmalarına yol açmıştır. Küresel olarak, adalet sistemlerinin zayıflamasının kamu görevlileri için hesap verebilirliği azalttığı ve yolsuzluğun gelişmesine zemin hazırladığı gözlemlenmektedir. Bu eğilim, otoriter rejimlerde ve hatta bazı demokratik liderlerde görülen, suçluların cezalandırılmasını engelleyen uygulamalarla daha da kötüleşmekte, böylece yolsuzluğu teşvik etmektedir.

Sayıştay’ın bulguları, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ve gerektiğinde savcılar tarafından soruşturmaları başlatabilse de , bu sonraki eylemlerin etkinliği, gerçek hesap verebilirlik açısından kritik öneme sahiptir. Kamu Denetçiliği Kurumu (KDK), vatandaşların mahkemeye başvurmadan önce şikayetlerini iletebilecekleri bir “hak arama kurumu” olarak hizmet vermektedir. KDK, anayasal olarak kurulmuş olup yasama ve yürütme organlarından bağımsız çalışmaktadır. 2023 yılında KDK’ya 223.000’den fazla başvuru yapılmış, “kamu personeli” en çok şikayet edilen konu (%25,86), Adalet Bakanlığı ise en çok şikayet edilen bakanlık (%14,38) olmuştur.

Bağımsızlığına rağmen, KDK ağırlıklı olarak “tavsiye kararları” vermektedir. Önemli bir zorluk, bu tavsiyelerin kamu kurumları tarafından her zaman takip edilmemesidir; bu durum, tavsiyelere uymayan kurumların TBMM’ye çağrılarak eylemsizliklerini açıklamaları taleplerine yol açmıştır. KDK ayrıca, yolsuzlukla etkili mücadele için “etik kültürün” yasal yaptırımların ötesinde temel olduğunu vurgulamaktadır , bu da ahlaki bir çerçevenin hukuki yaptırımlar kadar kritik olduğunu düşündürmektedir.

Sayıştay ve KDK gibi denetim organlarının varlığına rağmen, yolsuzluğun devam etmesi ve kamu personeli hakkındaki şikayetlerin yüksek hacmi , önemli bir “hesap verebilirlik açığına” işaret etmektedir. Sayıştay’ın bulguları soruşturmalara yol açabilse de, KDK’nın her zaman takip edilmeyen “tavsiyelere” dayanması , doğrudan yaptırım gücünün eksikliğini vurgulamaktadır. Bu durum, yolsuzluğu tespit etme mekanizmaları mevcut olsa da, suçluları cezalandırma ve düzeltici önlemleri uygulama süreçlerinin zayıf olduğunu veya siyasi müdahalelere maruz kaldığını göstermektedir. Daha geniş bir sonuç olarak, daha güçlü yaptırım gücü ve hukukun üstünlüğünü istisnasız uygulama yönünde siyasi bir taahhüt olmadan, denetim organları büyük ölçüde sembolik kalmakta ve yolsuzluk uygulamalarını etkili bir şekilde caydıramamaktadır.

Yolsuzlukla Mücadele Çerçevesi: Mevzuat ve Kurumlar

 

Türkiye’de yolsuzlukla mücadele, mevcut yasal düzenlemeler ve denetim kurumları aracılığıyla yürütülmekle birlikte, bu çerçevenin önemli sınırlılıkları ve uygulama zorlukları bulunmaktadır.

 

Mevcut Yasal Düzenlemeler ve Eksiklikleri (3628 Sayılı Kanun vb.)

 

Türkiye’nin yolsuzlukla mücadele çerçevesindeki önemli bir zorluk, “kompakt” veya özel, kapsamlı bir yolsuzlukla mücadele mevzuatının bulunmamasıdır. Bunun yerine, yolsuzlukla ilgili hükümler, Sermaye Piyasası Kanunu, Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, Kamu İhale Kanunu, Bankacılık Kanunu, Kabahatler Kanunu ve Vergi Usul Kanunu gibi çok sayıda başka yasaya dağılmış durumdadır. Bu parçalanmışlık, tutarsızlıklara ve uygulama zorluklarına yol açabilmektedir.

“Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu” (3628 Sayılı Kanun, 19 Nisan 1990 tarihli) özellikle rüşvet ve yolsuzluğu hedef almaktadır. Bu yasa, mal bildiriminde bulunmama, gerçeğe aykırı bildirimde bulunma, haksız mal edinme ve yasa dışı yollarla elde edilen malları gizleme gibi çeşitli suçlar için cezalar öngörmektedir. Cezalar, hapis cezasından mal varlığına el konulmasına ve hatta kamu hizmetlerinden süresiz yasaklanmaya kadar değişmektedir. Yasa ayrıca, asılsız çıkmadıkça ihbarcıların kimliklerinin korunmasına yönelik hükümler de içermektedir.

Özel yasaların ötesinde, Türkiye yolsuzlukla mücadeleyi stratejik belgeler aracılığıyla ele almaya çalışmıştır. Bakanlar Kurulu kararıyla 2002 yılında yürürlüğe giren “Saydamlığın Artırılması ve Yolsuzlukla Mücadelenin Güçlendirilmesi Eylem Planı”, devlet tarafından atılan ilk adım olmuştur. Daha sonra, “Saydamlığın Artırılması ve Yolsuzlukla Mücadelenin Güçlendirilmesi Stratejisi (2010-2014)”, GRECO gibi uluslararası kuruluşların tavsiyelerine dayanarak formüle edilmiş ve Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından koordine edilmiştir. Ancak, uluslararası algı endekslerindeki sürekli düşük sıralamalar, bu planların etkili, sistemik bir değişime dönüşmediğini düşündürmektedir.

Türkiye’nin yolsuzlukla mücadele için çeşitli yasalara (örneğin, 3628 Sayılı Kanun ) sahip olmasına ve yolsuzlukla mücadele eylem planları geliştirmiş olmasına rağmen , araştırmalar açıkça “yasalar ile uygulamaları arasındaki uçurumu” önemli bir engel olarak işaret etmektedir. Bu durum, bir “kağıttan kaplan” sorununa işaret etmektedir: yasal çerçeveler kağıt üzerinde mevcut olsa da, bunların pratik uygulaması ve yaptırımı siyasi irade, kurumsal kapasite veya yargı bağımsızlığı eksikliği nedeniyle ciddi şekilde engellenmekte, bu da bir cezasızlık algısına yol açmaktadır. Bu, sorunun yasa eksikliğinden çok, mevcut yasaların titizlikle uygulanması konusundaki eksiklikten kaynaklandığını düşündürmektedir.

Denetim ve Soruşturma Kurumları: Sayıştay, MASAK, Kamu Denetçiliği Kurumu ve Savcılıkların Rolü

 

Doğrudan yolsuzlukla mücadele çabalarının ön saflarında Cumhuriyet savcılıkları ve kolluk kuvvetleri yer almaktadır. Bunları tamamlayıcı olarak, dolaylı yolsuzlukla mücadele organları arasında Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK), Kamu Görevlileri Etik Kurulu ve Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu bulunmaktadır. Başbakanlık Teftiş Kurulu, daha önce Adalet, Çevre ve Şehircilik, Hazine, İçişleri, Vergi Denetim Kurulu, Ulaştırma, Tarım, Çalışma ve BDDK Yeminli Murakıplığı gibi çeşitli bakanlıkları içeren önemli bir yolsuzlukla mücadele politikalarını güçlendirme projesini koordine etmiştir. Bu proje, müfettiş ve denetçilerin modern soruşturma teknikleri, veri analizi ve bilgi paylaşımı konusundaki uzmanlıklarını artırmayı hedeflemiştir.

Sayıştay, denetim yetkisiyle yolsuzluk ve sahteciliği önlemede ve azaltmada hayati bir rol oynamaktadır. Denetim bulguları, TBMM ve gerektiğinde Cumhuriyet savcıları tarafından soruşturmaları tetikleyebilir. Örneğin, 2023 Sayıştay raporu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde 137 ayrı usulsüzlük tespit etmiştir.

Kamu Denetçiliği Kurumu (KDK), vatandaşlar için erişilebilir bir “hak arama kurumu” olarak hizmet vermekte, idari işlemlere karşı mahkemelere başvurmadan önce şikayetlerini iletmelerine olanak tanımaktadır. KDK’nın yasama ve yürütme organlarından anayasal bağımsızlığı, yapısının kilit bir özelliğidir. 2023 yılında KDK’ya 223.000’den fazla başvuru yapılmış, başvuruların önemli bir kısmı kamu personeli ve Adalet Bakanlığı ile ilgili olmuştur. KDK “tavsiye kararları” verse de , doğrudan yaptırım gücünün olmaması, etkinliğinin büyük ölçüde diğer kurumların uyum isteğine bağlı olduğu anlamına gelmektedir.

Türkiye’nin “kompakt” veya kapsamlı bir yolsuzlukla mücadele yasasından ve “bağımsız bir yolsuzlukla mücadele kurumundan” yoksun olması dikkat çekicidir. Bunun yerine, yolsuzlukla mücadele çabaları savcılar, MASAK, Sayıştay ve KDK gibi çeşitli organlara dağılmış durumdadır. Bu parçalanmışlık, güçlü, merkezi ve bağımsız bir koordinasyon otoritesi olmaksızın, verimsizliklere, çakışmalara ve yetki boşluklarına yol açabilmekte, yolsuzluğa karşı bütüncül bir mücadeleyi zorlaştırmaktadır. Bu durum, birleşik ve yetkilendirilmiş bir yolsuzlukla mücadele kurumu olmadan, çabaların parça parça kalacağını ve dış baskılara karşı savunmasız olacağını, gerçekten etkili ve koordineli bir yanıtı engelleyeceğini düşündürmektedir.

Mücadeledeki Yasal ve Kurumsal Engeller

 

Türkiye’de yolsuzlukla etkili mücadeleyi engelleyen çeşitli temel engeller bulunmaktadır. Birincil engel, mevcut yasalar ile bunların fiili uygulaması arasındaki önemli uçurumdur. Bu, yasal çerçeveler mevcut olsa da, bunların uygulamasının genellikle yetersiz veya tutarsız olduğunu göstermektedir.

Güçlü, bağımsız bir yolsuzlukla mücadele kurumunun bulunmaması kritik bir zayıflıktır. Bu kurumsal boşluk, denetim mekanizmalarındaki zayıflamalarla birleşerek hesap verebilirliği daha da baltalamaktadır. Daha geniş reform eksiklikleri de soruna katkıda bulunmaktadır. Adalet sistemlerinin zayıflamasına yönelik küresel eğilim, kamu görevlileri için hesap verebilirliği doğrudan azaltmakta, böylece yolsuzluğa elverişli bir ortam yaratmaktadır. Bu durum, otoriter rejimlerde ve hatta bazı demokratik liderliklerde gözlemlenen, suçluların cezalandırılmasını engelleyen siyasi uygulamalarla daha da kötüleşmekte, böylece yolsuzluğu teşvik etmektedir.

Ayrıca, yolsuzlukla mücadele çabaları için güçlü bir “toplumsal tabanın” eksikliği , temel değişiklikler için yeterli kamuoyu katılımı ve kolektif siyasi iradenin bulunmadığını göstermektedir. Dağınık ve genellikle yetersiz istatistiksel çalışmaların yanı sıra, yolsuzlukla ilgili merkezi bir veri tabanının bulunmaması da kapsamlı analiz ve hedefe yönelik müdahalelerin önünde önemli engeller oluşturmaktadır.

2023 YAE analizi, “adalet sistemlerinin zayıflaması” ile “kamu görevlilerinin hesap verebilirliğinin azalması” ve yolsuzluğun gelişmesi arasındaki küresel bağlantıyı açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca, “otoriter rejimlerde ve hatta bazı demokratik liderlerde görülen iktidar pratiklerinin” cezalandırmayı engelleyerek yolsuzluğu teşvik ettiği belirtilmektedir. Bu, Türkiye’deki yolsuzlukla mücadele çabalarındaki algılanan düşüşün sadece belirli yasalar veya kurumlarla ilgili olmadığını, hukukun üstünlüğünün ve yargı bağımsızlığının daha geniş bir şekilde aşınmasıyla ilgili olduğunu düşündüren kritik bir durumdur. Bu durum, yargı sistemine siyasi müdahalenin, üst düzey yolsuzluğun cezasız kalabileceği bir ortam yarattığını, cezasızlık döngüsünü pekiştirdiğini ve kamu güvenini daha da zedelediğini göstermektedir.

Toplumsal Algı, Medya ve Sivil Toplumun Rolü

 

Yolsuzlukla mücadelede, kamuoyunun algısı, medyanın bu algıyı şekillendirmedeki rolü ve sivil toplum kuruluşlarının katkıları hayati öneme sahiptir. Bu unsurlar, yolsuzluğun toplumsal kabulünü, ifşa edilmesini ve mücadele edilmesini doğrudan etkilemektedir.

 

Kamuoyunun Yolsuzluğa Bakışı ve Algı Araştırmaları

 

Yolsuzluk Algı Endeksi’nin (YAE) doğası gereği, uzmanların, sivil toplum örgütlerinin ve iş dünyası temsilcilerinin algılarına dayanması , bu endeksi Türkiye’deki yolsuzluk durumuna ilişkin kilit paydaşların doğrudan bir yansıması haline getirmektedir. Kamuoyunun, “17-25 Aralık” operasyonlarını doğrudan “hırsızlık” kelimesiyle ilişkilendirmesi , resmi makamların operasyonları itibarsızlaştırma çabalarına rağmen, yolsuzluğun yaygınlığına dair köklü bir inancın varlığını göstermektedir.

Türkiye’nin YAE sıralamalarındaki yıllar içindeki önemli ve tutarlı kötüleşme , hükümetin yolsuzlukla mücadeledeki çabaları ve başarısı konusundaki kamuoyu algısının kötüleştiğini daha da vurgulamaktadır. Kamuoyu duyarlılığına ilişkin verilere duyulan açık ihtiyaca rağmen, “Saydamlığın Artırılması ve Yolsuzlukla Mücadelenin Güçlendirilmesi Stratejisi (2010-2014)” yıllık yolsuzluk algı anketleri yapılmasını önermiş, ancak bunlar henüz hayata geçirilmemiştir. Bu resmi, sürekli kamuoyu araştırması eksikliği, kamu güvenini kapsamlı bir şekilde izlemeyi ve vatandaşların bakış açısından belirli endişe alanlarını belirlemeyi zorlaştırmaktadır.

Medyanın Kapsamı, Algı Yönetimi ve Sivil Toplum Kuruluşlarının Katkıları

 

Medyanın kamuoyu algısını şekillendirmedeki rolü karmaşık ve çoğu zaman tartışmalıdır. 17-25 Aralık operasyonları sırasında, ana akım medya genellikle ihtiyatlı bir yaklaşım sergilemiş, ses kayıtlarını “iddia düzeyinde” oldukları gerekçesiyle doğrudan yayınlamaktan kaçınmıştır. Buna karşılık, sosyal medya platformları, dönemin Başbakanı’nın tabiriyle adeta bir “baş belası” haline gelmiş, bu kayıtların milyonlarca kişiye ulaşmasında güçlü bir araç olmuştur. Bu durum, bilgi yayılımı ve kontrolündeki önemli bir ayrımı vurgulamaktadır.

Resmi anlatılar, operasyonları “FETÖ mensupları” tarafından “kara propaganda” olarak çerçevelemeye çalışmış, bu kişilerin yasa dışı elde edilen ses kayıtları, manipüle edilmiş tapeler ve sahte deliller kullandığı iddia edilmiştir. Bu, siyasi aktörler tarafından algı yönetimine yönelik koordineli bir çabayı işaret etmektedir. Dikkat çekici bir gözlem, siyasi söylemin üst düzey siyasi yolsuzluğu “aile meseleleri” olarak sunmaya çalışması ve “baba figürü” siyasetçiye “güven ve itaat”i teşvik etmesidir. Bu retorik strateji, algılanan yanlışları normalleştirmeyi veya rasyonelleştirmeyi, kamu yararı ile özel çıkar arasındaki sınırları bulanıklaştırmayı amaçlamaktadır.

Medya tekellerini ve kartellerini engellemek ve daha fazla şeffaflık sağlamak için, gazete ve televizyon kanallarının aynı anda sahiplenilmesini engelleyen ve medya sahiplerinin kamu ihalelerine katılmasını yasaklayan AB sisteminin benimsenmesi gibi yasal düzenlemeler önerilmektedir. Ayrıca, yolsuzluğun ülkeye verdiği zararlar konusunda toplumu bilinçlendirmek amacıyla kitle iletişim araçlarından yararlanılarak kamuoyu bilinçlendirme kampanyaları yapılması tavsiye edilmektedir.

Sivil toplum kuruluşları (STK’lar), araştırma, savunuculuk ve farkındalık yaratma konularında hayati bir rol oynamaktadır. Türkiye’de yolsuzlukla mücadele alanında aktif olan önde gelen STK’lar arasında Toplumsal Saydamlık Hareketi Derneği, TESEV (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı), Yolsuzlukla Mücadele Derneği, Vatandaşın Vergisini Koruma Derneği, Devlet Denetim Elemanları Derneği, Türkiye Etik Değerler Merkezi ve Beyaz Nokta Vakfı bulunmaktadır. TESEV’in “Yolsuzluk ve Yolsuzlukla Mücadele Türkiye Değerlendirme Raporu” (2015), yolsuzluğun boyutları, hukuki uygulamalar, bağımsız yargının önemi, ekonomik etkileri ve sivil toplumun rolü hakkında bilimsel veriler sunan önemli bir örnektir. Bu kuruluşlar, resmi kanalların yetersiz veya kısıtlı olduğu durumlarda alternatif perspektifler ve veriler sunmaktadır.

17-25 Aralık operasyonları, medya dinamiklerindeki kritik bir değişimi gözler önüne sermiştir: ana akım medyanın belirli iddiaları haber yapma konusundaki isteksizliği , sosyal medyanın yaygın dağıtımdaki rolüyle tezat oluşturmuştur. Bu durum, siyasi aktörler tarafından algı yönetimine yönelik kasıtlı bir çabayı düşündürmektedir. Ancak, sosyal medyanın ve alternatif kanalların yükselişi, bilginin tamamen kontrol edilmesini zorlaştırmakta, kamuoyu için bir mücadele alanı yaratmaktadır. Bu, geleneksel medyanın kısıtlı olabileceği bir ortamda, resmi olmayan ve sosyal medya kanallarının bilgi akışı için kritik hale geldiğini, ancak yanlış bilgi risklerini de beraberinde getirdiğini göstermektedir. Bu durum, halkın bilinçli bir görüş oluşturmasını ve resmi kaynaklara güvenmesini zorlaştırmaktadır.

Siyasi söylemin, siyasi yolsuzluğu “aile meseleleri” olarak sunmaya çalışması ve “baba figürü” siyasetçiye “güven ve itaat”i teşvik etmesi , yolsuzluğun toplum içinde nasıl normalleştirilebileceğine dair derin bir anlam taşımaktadır. Bu retorik strateji, yanlışları rasyonelleştirmeyi ve kamuoyu eleştirisini bastırmayı, sadakat ve geleneksel değerlere başvurarak kamu yararı ile özel çıkar arasındaki sınırları bulanıklaştırmayı amaçlamaktadır. Bu durum, bu kültürel ve siyasi çerçevenin, söylemi hukuki ve etik denetimden kişisel sadakate kaydırarak hesap verebilirlik mekanizmalarını aktif olarak nasıl baltaladığını, vatandaşların şeffaflık ve adalet talep etmesini zorlaştırdığını göstermektedir.

Resmi yolsuzlukla mücadele çabalarındaki zorluklar (bağımsız kurumların eksikliği, zayıf denetim, siyasileşmiş adalet sistemi) ve medya kısıtlamaları göz önüne alındığında, Uluslararası Şeffaflık Örgütü, TESEV ve diğerleri gibi sivil toplum kuruluşları (STK’lar) kritik aktörler olarak ortaya çıkmaktadır. Bağımsız araştırma yapma, raporlar yayınlama ve kamuoyu farkındalığını artırma rolleri , resmi anlatılara karşı hayati bir denge sağlamakta ve veri boşluklarını doldurmaktadır. Bu durum, STK’ların, özellikle devletin yolsuzlukla mücadele çabalarının yetersiz veya tehlikeli algılandığı ortamlarda, şeffaflık ve hesap verebilirlik için vazgeçilmez birer bekçi görevi gördüğünü göstermektedir. Faaliyetlerinin devamı ve etkileri, reformlar için baskıyı sürdürmek açısından kritik öneme sahiptir.

Sonuç ve Öneriler: Şeffaf ve Hesap Verebilir Bir Türkiye İçin

 

Türkiye’de yolsuzluk ve rüşvetle mücadele, ülkenin demokratik sağlığı, ekonomik istikrarı ve uluslararası itibarı için hayati bir öneme sahiptir. Yapılan analizler, sorunun derinlemesine kök saldığını, sistemik zafiyetler içerdiğini ve hukuki, kurumsal ve kültürel boyutlarda kapsamlı bir yaklaşım gerektirdiğini ortaya koymaktadır.

 

Yolsuzlukla Mücadelede Atılması Gereken Acil Adımlar

 

Yolsuzlukla mücadelede atılması gereken temel ve acil adımlar şunlardır:

  • Bağımsız Kurumsallaşma ve Denetim Güçlendirmesi: Türkiye’nin YAE puanlarındaki durgunluğa katkıda bulunan temel faktörlerden biri olan bağımsız bir yolsuzlukla mücadele kurumunun kurulması elzemdir. Bu, mevcut denetim mekanizmalarının önemli ölçüde güçlendirilmesi ve uzun süredir devam eden reform eksikliklerinin giderilmesi taahhüdüyle birleştirilmelidir. Sayıştay’ın, denetlediği kurumlarda yolsuzluğu ortadan kaldırmaya yönelik resmi politikalar ve stratejiler geliştirmesi ve uygulamasını sağlamak için yetkilendirilmesi gerekmektedir.
  • Hukukun Üstünlüğüne Bağlılık ve Mevzuat Gözden Geçirmesi: Temel düzeyde, devletin tüm kademelerinde hukukun üstünlüğüne ve yasal ilkelere sarsılmaz bir bağlılık sergilenmelidir. Bu, yolsuzluğa eğilimli olduğu tespit edilen yüksek riskli alanlardaki idari ve yasal düzenlemelerin kapsamlı bir şekilde gözden geçirilmesini içermektedir. Mevcut dağınık mevzuatın daha kapsamlı ve tutarlı bir çerçevede birleştirilmesi gerekmektedir.
  • Kamu Yönetiminde Şeffaflığın Artırılması: Kamu yönetiminde şeffaflığın sağlanması büyük önem taşımaktadır. Bu, yolsuzluğa açık alanlarda olağan dışı mali sapmalar için otomatik uyarı mekanizmaları (örneğin, usulsüz krediler) uygulanması ve bütçe dışı harcamaları ortadan kaldırmak ve denetimi artırmak için tüm kamu fonlarının tek bir banka hesabında birleştirilmesi gibi önlemlerle başarılabilir.
  • Hesap Verebilir ve Etik Bürokrasinin Tesisi: Tarafsız, verimli, hesap verebilir ve şeffaf bir bürokrasi kültürü oluşturulmalıdır. Bu, kamu görevlileri için özveri, dürüstlük, nesnellik, hesap verebilirlik ve tüm karar ve eylemlerinde açıklık gibi temel ilkelerin teşvik edilmesini gerektirmektedir.
  • Denetim Süreçlerinin Etkinleştirilmesi: Sayıştay tarafından yürütülen denetim süreçleri hızlandırılmalı ve bulguları somut sonuçlara yol açmalıdır. Bu, Sayıştay’ın yargılama işlevinin hızlı ve etkili işlemesini sağlayacak bir düzenlemeyi zorunlu kılmaktadır. Ayrıca, yolsuzluk tespiti, denetçi eğitimlerinin zorunlu bir bileşeni haline getirilmelidir.
  • Etik Kültürün Geliştirilmesi ve Kamuoyu Bilinçlendirme: Hukuki ve kurumsal değişikliklerin ötesinde, “etik kültürün” teşvik edilmesi kritik öneme sahiptir, zira bu, şeffaflık ve süreklilik için yasal yaptırımların ötesinde temel bir unsurdur. Bu, medyanın ve iletişim kanallarının kullanıldığı kapsamlı kamuoyu bilinçlendirme kampanyaları aracılığıyla yolsuzluğun neden olduğu ciddi zararlar konusunda toplumun eğitilmesini içermektedir.
  • Kara Para Aklamayla Mücadele: Kara para aklamayla mücadele, yolsuzluk ve organize suçlarla mücadelenin kritik ve tamamlayıcı bir önlemidir ve ilgili yasaların sağlam bir şekilde uygulanmasını gerektirmektedir.
  • Hukukun Üstünlüğü, Bağımsız Denetim ve Şeffaflığın Önemi

     

    Adalet sistemlerinin zayıflamasına yönelik küresel eğilim, hesap verebilirliği doğrudan azaltmakta ve yolsuzluğu teşvik etmektedir. Türkiye’de, otoriter uygulamaların ve hatta bazı demokratik liderlerde gözlemlenenlerin, suçluların cezalandırılmasını engelleyerek yolsuzluğu teşvik ettiği belirtilmiştir. Bu durum, adalet sisteminin bütünlüğünün yolsuzlukla mücadele çabalarının temel taşı olduğunu vurgulamaktadır.

 

Yolsuzlukla mücadele, şu formülle kavramsallaştırılabilir: Yolsuzluk (Y) = (Tekel (T) + Takdir Yetkisi (T)) – Hesap Verebilirlik (HV) – Şeffaflık (Ş) – Etiklik (ETİKLİK). Bu formül, etkili yolsuzlukla mücadele stratejilerinin, yolsuzluk fırsatlarını (tekel ve takdir yetkisi) azaltırken, hesap verebilirliği, şeffaflığı ve etik davranışı önemli ölçüde artırması gerektiğini vurgulamaktadır. Şeffaflık ve yönetişimde süreklilik, güçlü bir “etik kültür” ile ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır. Bu, yasal çerçevelerin tek başına yeterli olmadığı; sürdürülebilir değişim için toplumsal ve bürokratik düzeyde etik ilkelere bağlılığın esas olduğu anlamına gelmektedir.

İhbarcıların korunması, gizli yolsuzlukların gün yüzüne çıkarılması için hayati önem taşımaktadır. Yanlışları bildirenleri koruyan sağlam mekanizmalar olmadan, birçok yolsuzluk uygulaması gizli kalacaktır. Bağımsız denetimin, özellikle Sayıştay gibi kurumlar aracılığıyla önemi göz ardı edilemez. Bağımsız ve yetkilendirilmiş bir denetim organı, usulsüzlükleri tespit etmek ve sonraki soruşturmalar ve yasal işlemler için gerekli bilgiyi sağlamak açısından kritik öneme sahiptir.

Önerilen çeşitli adımlar, münferit önlemler değil, birbirine bağlı bir ağı oluşturmaktadır. “Bağımsız bir yolsuzlukla mücadele kurumu” ve “denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi” çağrısı, kurumsal parçalanmışlık ve hesap verebilirlik açığını doğrudan ele almaktadır. Aynı zamanda, “etik kültüre” ve “hukukun üstünlüğüne” yapılan vurgu, değerler ve yönetişim ilkelerinde temel bir değişime duyulan ihtiyaca işaret etmektedir. Bu, sadece yeni yasalar çıkarmak veya yeni kurumlar oluşturmakla yetinmenin, yargı bağımsızlığına ve etik davranışa gerçek bir bağlılık olmadan yetersiz kalacağını göstermektedir. Sürdürülebilir yolsuzlukla mücadele başarısı için yasal boşlukları, kurumsal zayıflıkları ve kültürel normları ele alan bütüncül bir yaklaşım esastır.

Zayıflayan adalet sistemleri, bağımsız kurumların eksikliği, tavsiyelerin uygulanmaması ve yolsuzluğun normalleştirilmesi gibi birçok tespit edilen zorluk , temel bir soruna işaret etmektedir: tutarlı ve güçlü siyasi iradenin eksikliği. Teknik çözümler ve yasal çerçeveler önerilse de, bunların etkinliği, istisna veya siyasi müdahale olmaksızın bunları uygulamaya kararlı siyasi liderliğe bağlıdır. Üst düzey figürler için cezaların ertelenmesi ve soruşturmaların siyasallaşması bu durumu daha da pekiştirmektedir. Bu durum, Türkiye’de yolsuzlukla mücadelede gerçek ilerlemenin sadece politika değişiklikleri değil, aynı zamanda siyasi kültürde şeffaflık, hesap verebilirlik ve hukukun üstünlüğünün, iktidardakileri hedef alsa bile, sarsılmaz bir şekilde uygulanması yönünde derin bir değişim gerektireceğini göstermektedir.

REKLAM ALANI
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.